27 Ekim 2012 Cumartesi

KÜBA

Uzaklara ve mümkün olduğunca farklı kültürlere gitmekti önceliğimiz. Giden arkadaşların ağız dolusu anlatımları sonrasında karar verdik bu seneki uzaklar rotamızı KÜBA olarak belirlemeye.

Bu, bloğumda paylaştığım ilk gezim olduğu için çok uzatıp da gereksiz ayrıntılara girmek istemiyorum aslında. Çünkü Küba zaten her köşesinde farklı tatlar tadacağınız, ölmeden önce görülmesi gereken özel bir memleket. Bu yüzden çok detaylı anlatıp kafalarda resmini çizmek yanlış olur. 

Gitmeden önce bilmeniz gereken şeyler var tabi. Mesela Küba'ya gitmeye karar verirken en büyük ve dişe dokunur masrafınızın uçak bileti olduğunu bilmenizde yarar var. Biz yaklaşık 5500 TL verdik iki kişi gidiş dönüş.

Air France ile Amsterdam aktarmalı yaklaşık 15 saatlik uçuşun ardından Havana Jose Marti Havaalanına indik. Daha önceden aynı yerde kalan arkadaşlarımızın tavsiyeleri üzerine internetten ayarladığımız, Havana'nın Vedado bölgesinde, 3 gecemizi geçireceğimiz "Casa Antigua" adlı evimize taksiyle yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk sonrası ulaştık. 

Küba çok planlı programlı gitmeniz gereken bir ülke değil. Ben ki bir başak burcu olarak plansız evden dışarı adım atmam, Küba'ya giderken ilk üç gece dışında nerde kalacağımız bile belli değildi. Bu kadarı bile çılgınlıktı benim için :)

Gerçek bir kültür gezisi yapmak ve gerçek Küba'yı yaşamak istiyorsanız, konaklama için otel değil casa particular tercih edin. Bunlar Küba ailelerinin kullanmadıkları odalarını turistlere kiraya verdikleri evleri. Onlarla beraber yaşıyor, aynı havayı soluyor, bir Küba evinin bize uzak dekorasyonunda sabahlıyorsunuz. Birçoğunun odasının içinde banyo WC de mevcut. Üstelik fiyatları da otellere göre çok çok uygun.


Küba'da iki ayrı para birimi var. Biri peso yerel halkın kullandığı, diğeri ise turistlerin kullandığı convertible peso ki kendisine kısaca "cuc" denmekte. 1 cuc aşağı yukarı 1 euroya denk geliyor. Casa particular'lar genelde gecelik 25-30 cuc civarında. 
İkinci günün sonunda, 3 gece düşündüğümüz Havana konaklamamızı 4 geceye çıkardığımızı, yine de özellikle eski Havana sokaklarında gezmeye doyamadığımızı söylemek isterim. Öyle ki hiçbir sokağını görmeden dönmeyelim diye çoğu zaman şehri, ayaklarımıza kara sular ininceye kadar yürüyerek dolaştık. Eski Amerikan arabalarıyla dolu sokaklar, pencereleri ardına kadar açık, yıkık dökük evler, her yerde buram buram puro kokusu vee mohito kafası... İşte size Havana... Bu büyülü şehir bir mohitodan sonra gözünüze ayrı bir güzel görünüyor inanın:) 

 
Devrim Meydanı, Jose Marti Anıtı, Cementrio, Malecon sahilinde gün batımı, Hamel Street, Capitolio, Eski Havana ve meşhur meydanları zaten gezmeniz gereken yerler. Bir harita temin ediyorsunuz ve Havana kazan siz kepçe geziyorsunuz, anlatmaya gerek yok:) Eski Havana'da ya da Malecon'a inerken Habana Libre Otelinin altında da bulabileceğiniz "infotour"lardan istediğiniz bilgiyi elde edebilir, ücretsiz haritalar bulabilirsiniz.

 


İstemediğiniz kadar müzenin olduğu bu şehri, müzelerini gezerek değil, sokaklarında puro ve mojito içerek yaşamanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. İlginizi çeken müzeler illa ki olur tabi ki ancak pek çok müzenin pazartesi günü kapalı olduğunu da unutmayın.

Yemek konusuna gelirsek, genel olarak Küba'da beklentilerinizi yüksek tutmasanız iyi edersiniz. Birçok zaman tavuğa talim edersiniz. Dana eti, büyükbaş kesmek yasak olduğundan zor bulursunuz. İlla da dana eti yemek isterseniz;) Ernest Hemingway'in yıllar boyu konakladığı Ambos Mundos Otelinin terasında manzara eşliğinde yemeyi ya da El Floridita'nın loş ve romantik ortamını tercih edebilirsiniz. Aynı zamanda, El Floridita ve La Bodeguita del Medio'da mojito ve Plaza Vieja'nın köşesindeki biracıda ev yapımı bira içmeyi ihmal etmeyin. Kahvaltılarında bol bol tropik meyve yersiniz. Bir de o vazgeçemediğim sıcak ekmek ve tereyağı:) Şanslıysanız yumurta da olabilir. Kahvaltılarda genelde zaten ikram edilen guava suyunu da denemelisiniz. Farklı ve güzel.

Güvenlik konusunda hiçbir endişeniz olmasın. Küba dünyadaki belki de en güvenli ülkelerden biri. Sokaklarında gönül rahatlığıyla dolaşabilir, yanınıza yaklaşıp muhabbet etmeye çalışan Kübalıların birkaç ufak rehberlik hizmetinden sonra sizden maksimum birkaç cuc isteyebileceğinden emin olabilirsiniz. Sonunda para istemeyecek bile olsalar, oldukça sıcakkanlı olan bu insanların, sizinle konuşma çabalarını takdir edeceksiniz:) Sırf bu yüzden bile sıkı bir muhabbeti hakettiklerini düşünüyorum. Rahat olun, anlatın, dinleyin...

  Bir gece Nacional Otel'in Parisien Show'unu izleyin.


Havana'daki üçüncü günümüzde CubaTour'dan ayarladığımız günübirlik Pinar Del Rio ve Vineales Vadisi turuna katıldık. Bu tura dair aklımızda kalan ve mutlaka görmeniz gereken yerler; Yerli Mağarası (Cueva del Indio), Vineales Vadisinin kuşbakışı görünümü ve Vineales yakınlarında bulunan Tarihöncesinin Duvar Resmi (Mural de la Historia).Eğer siz de bizim gibi turla giderseniz, güzelim Vineales kasabasını yalnızca otobüs camından izlemek zorunda kalabilirsiniz. Başka bir seçenek ise sabahtan akşama araba kiralamak. Böylelikle istediğiniz her yerde durup zaman geçirebilir, fotoğraf çekebilirsiniz. Rehberiniz olmayacağı için gideceğiniz yerlerle ilgili önceden internetten biraz araştırma yapmanız yeterli olacaktır.



Vineales'te konaklamak isterseniz de uygun seçenekler bulabilirsiniz. Biz Trinidad ve Varedero'ya daha fazla zamanımız kalsın diye günübirlik gitmeyi tercih ettik.

Havana'daki son günümüzde yine CubaTour'dan ayarladığımız 1 gece konaklamalı Cienfuegos,  Trinidad, Topes de Collantes turuna katıldık. Ancak tur sonunda Havana'ya geri dönmeyeceğimizi, turdan uygun bir yerde ayrılarak Trinidad'a geçmek istediğimizi de en başında söyledik. 

Cienfuegos yolunda Santa Clara'daki Che'nin anıtmezarını ve müzesini görmeden olmazdı tabii. Che ve Fidel Castro'nun bu büyük mücadelesine bu kadar yakından tanık olunca Küba'nın bağımsızlık ve özgürlük azmini bir kez daha takdir ediyor insan. Kimseye ihtiyaç duymadan kendi yağında kavrulan ve sadece İstanbul kadar nüfusuyla dünyaya kafa tutan bu memlekete bir kez daha saygı duyuyorsunuz.

Cienfuegos küçük bir liman şehri. Yalnızca yarım saatlik süremiz olduğundan, şehri fazla gezemesek de sömürge döneminden kalan tarihi tiyatro binası görülmeye değer.

Cienfuegos sonrası rotamızı Trinidad'a çevirdik. Trinidad şehir merkezinde biraz dolaşıp Romantik Müze'yi gördükten sonra Topes de Collantes için yola çıktık. Çıktık ama bizim aklımız yol boyu Trinidad'da takılı kalmıştı. Öyle ki Unesco Dünya Mirasları listesinde koruma altında olan bu şehre gittiğinizde rüyada olduğunuzu düşünüp uyanmak istemeyebilirsiniz. Dünya üzerinde bilmiyorum kaç tane daha şehir olabilir bu kadar büyüleyici. 
Topes de Collantes'e vardığımızda hava kararmak üzere olduğundan otelimize yerleşip akşam yemeği sonrası dağ manzaralı odalarımızda dinlenmeye çekildik. Dağ havasının tadını çıkararak sessiz bir gece geçirdik.

Sabah otelde aldığımız kahvaltı sonrası kapıda safari kamyonumuz bizi bekliyordu. 

Kamyona atladığımız gibi soluğu dağlarda aldık. Yürüyüş rotamıza ulaşınca kamyondan inip yolumuza yaya olarak devam ettik. Ormanların, dağların, taşların, suların arasından yaklaşık 3 saatlik yürüyüşte müthiş manzaralarla karşılaştık. Milli parkın içinde birçok şelalenin ve birçok ayrı rotanın olduğunu öğrendik rehberimizden. Biz yalnızca onda birini görebildik. O kadarlı kısmı bile görülmeye değerdi.




Muhteşem bir yürüyüş parkurunun ardından dağların arasında şirin bir restauranta vardık. Her yerde olduğu gibi kızarmış tavuk ve pilavımızı yedikten sonra geri dönüş için yola koyulduk.

Dağ yolunda millet kamyondan inip otobüsle Havana'ya doğru yola çıkarken, biz kamyonla başlayan dağ yolculuğumuza, yine kamyonla Trinidad'a kadar devam ettik. Bunda, bize eşlik eden sempatik yerel rehberimizin de Trinidadlı olmasının rolü büyüktü tabii ki.

Ve işte yaklaşık 1 saatlik kamyon yolculuğunun ardından heyecanla beklediğim Trinidad'dayız. Rezervasyonumuz falan yok hiçbir yerde. Havana'daki evimizin sahibi Horasio'nun tavsiyesi üzerine Mercedes Hanım'ın evine gittik, çaldık kapıyı. Mercedes Hanım'ın İngilizce bilmiyor olması sürprizi üzerine, o İspanyolca konuştu, biz yarı İngilizce yarı Türkçe derken valla nasıl oldu anlamadık, anlaştık ve yerleştik odaya.




Küba'da evlerin eşyaları, seramikleri, boyaları bizim 60lı 70li yıllardan kalma gibi. Koyu renk boyalar, yatak örtüleri, yer karoları... Evet biraz karanlık ve ruh sıkıcı ama sanırım ona da alışıyo insan bir süre sonra...

Yalnız otelde kalmayacaksanız yanınıza tuvalet kağıdı, diş fırçası, diş macunu, sabun ve şampuan almayı ihmal etmeyin. Oralardan bulur alırım derseniz yanılırsınız. Biz 10 gün kaldık, doğru dürüst bir tane market gibi birşey göremedik. Üstelik şampuan sabun gibi temizlik malzemeleri çok pahalı olduğundan, yerel halk önünüzü kesip sizden sabun bile istiyor hazırlıklı olun:) Ben daha önceden böyle olduğunu duyduğum için kalıp kalıp sabun götürdüm yanımda. Trinidad sokaklarında bir kişiye sabun verdiğimi gören kadınların bir çantamı parçalamadıkları kaldı sabun alabilmek için. O derece yani. Bir de sevap kazanmak istiyorsanız öğrencilere kalem dağıtın. Kalem de çok pahalıymış nedenini anlamadığım şekilde.

 İşte size Trinidad sokaklarında birkaç kare....





Biz bol bol yürüdük, yürüdük, yürüdük... O kadar güzel ki doyamıyorsunuz. Her köşe başında, her barda, her restaurantta canlı müzik .. Etrafınızda sıcakkanlı insanlar, yağlıboya tablo gibi duran evler, evlerin önünde 1950lerden rengarenk arabalar, ardına kadar sokaklara açılan pencereler, pencerelerden gözüken her evin olmazsa olmazı sallanan sandalyeler, sandalyelerde uyuklayan yaşlılar, kapı önünde oynayan çocuklar, güzelim tablolar, kulağınızın pasını silen müzik sesleri... Rahat olun, gülümseyin.. Küba'dasınız!

 


Trinidad'ın en meşhur barı ve aynı adı taşıyan içkisini yudumlamadan da olmazdı tabi. Yine müthiş Afro-Küban ritimler eşliğinde Canchanchara Bar'da canchanchara'mızı içtik:) Bal, limon, Havana club ve kırılmış buz. Ama böyle bir lezzet yok! :) Canına yandığımın ülkesinin kokteylleri bile başka güzel! 

Ana cadde üzerindeki Cubita Bar'ı da denedik, hatta adımızı duvarlarına kazıdık. Giderseniz duvardaki tek Türk bayrağını eşimin çizdiğini hatırlatırım:) Hoş ve nezih bir ortamı var, tavsiye edilir.


Yemek için paladarları tercih edebilirsiniz. Biz bir akşam Paladar El Criollo'da yedik. Gayet de memnun kaldık. Hem yemekleri lezzetliydi hem de terasında müthiş bir günbatımı izledik. Yemek için El Jigue de iyi bir tercih olabilir belki. Biz yaptığımız araştırmalar sonucu ismini çokça duymuştuk ama sanırım gittiğimizde yanlış seçimler yaptık.

PALADAR EL CRIOLLO


EL JIGUE
 
Güneş batıp karanlık çöktü mü sessiz sokaklar salsa ritimleriyle hareketlenmeye başlıyor. Trinidad'ın meşhur meydanında (Plaza Mayor) Casa de la Musica'da puro, mojito, cuba libre eşliğinde, ya kendinizi salsa yaparken buluyorsunuz ya da en kötü salsa yapan çiftleri hayranlıkla izlerken... (Biz ikincisiydik) Siz siz olun Küba'ya gitmeden önce hızlandırlmış da olsa bir salsa dersi alıverin;) Lazım oluyor. Az biraz da İspanyolca bilseniz hiç fena olmaz.


Trinidad'ı geze geze bitirirken Varadero için yolculuk vakti yaklaşmaktaydı. Ana caddade yanımıza yaklaşıp taksici olduğunu söyleyen  (tabi bunları İspanyolca söylediğinden biz yalnızca hislerimizi kullanarak anlayabiliyorduk) sempatik bir amcayla mojito kafasıyla yaptığımız pazarlık sonrası kişi başı 20 cuc'a anlaştık. Otobüs 25 cuc'tu kişi başı.Biz minivanla gidecektik üstelik daha ucuza. 

Sağolsun ayrılacağımız sabah bizi gelip Mercedes'in evinin önünden aldı. Minivanda bizden başka 4 kişi daha vardı Varadero'ya giden. Yolculuk yaklaşık 2,5 saat sürdü. Bu arada Varadero'da 3 gecemizi geçireceğimiz "Tryp Peninsula Varadero Hotel"i Trinidad'da CubaTour'dan 470 cuc'a ayarlamıştık. Bu rakam, bizim Küba'da Varadero öncesi bir haftalık konaklama bedelinin yaklaşık 3 katı kadardı:) Ama otele diyecek yoktu tabi. Lüksün ve hizmetin sınırı yok. Hayatımızda içmediğimiz kadar kokteyl içtik.Sırf o güzelim Paradise kokteyli için bile verilirdi o para:)


Otel mükemmeldi ama açık konuşmak gerekirse Varadero beni hayal kırıklığına uğrattı. Burası Küba'yla uzaktan yakından alakası olmayan, kapitalizmin kralını yaşayan, 5 yıldızlı herşey dahil konseptli otellerin sıralandığı bir sahil şeridi. Türkiye'nin Kemer'i bir nevi. Otelden dışarı çıkmadık 3 gün boyunca. Yedik, içtik, denize girdik, kitap okuduk. 3 günden fazlası zaten fazla gelirmiş. 


Havasına da güven olmuyor. Mevsiminden midir bilemem sabah güllük gülistanlık olan hava öğeleden sonra bir bozuyor ki bozuş o bozuş... Ondan sonra bardaktan boşanırcasına yağmur altında deniz keyfi.. Onun da tadı ayrı tabi.


Varadero'da bir güneşli bir yağmurlu geçen 3 günün ardından da ayrılık vakti gelip çattı tabi. Otelin güvenlik görevlisinin bir arkadaşı olan taksiciyle uzun soluklu bir pazarlık sonrası havaalanı transferini de 80 cuc'a ayarladık. Üstelik finali eski bir Amerikan arabasıyla yapacaktık:) 
Şimdi fark ettim ki puro ile ilgili hiçbir şey yazmamışım:) Biz Vineales Vadisinde bir tütün çiftliğine gidip puro sarımını orada izledik. Ama siz eski Havana'daki Partagas Tütün Fabrikasını da gezebilirsiniz. Biz fabrikanın açık zamanını yakalayamadığımız için gezemedik. 

Yine eski Havana'da bulunan Havana Club Müzesini gezebilir, romun tüm aşamalarını görebilir ve ilk elden çok ucuza satın alabilirsiniz. 

Bize söylenen, Küba'dan kişi başı 25 puro ve 2 şişe alkol çıkartılabildiğiydi. Ama bagajlarımız Küba çıkışında hiç kontrol edilmedi, bilginize;) İkinci bir kez gidersem kesinlikle 2 şişe sınırlamasıyla kalmayacağımı biliyorum. Çünkü Türkiye'de aynı şişeye tam 7 kat fazla para ödüyorsunuz. Bir şişe romu Küba'dan 10 TL'ye alabiliyorsunuz. Purolar ise ateş pahası. Biz Havana'da kaldığımız ev sahibinin ayarladığı purolardan aldık ve oldukça ucuza geldi. 

Size şimdiden bol purolu, mojitolu ve salsa dolu tatiller diliyorum...

Bir sonraki gezide buluşmak üzere;)